ve bilgisayarınızı da bağlayabileceğiniz bir Wi-Fi mevcut değil.
İçiniz sıkılıp “ ıhhh, offf ” tarzı ünlemler hakim oluyor ise, devam edin bu yazıya.
Siz de bizdensiniz kuvvetle muhtemel 🙂
“Yoksunluk” dürtüsü hemen devreye giriverir:
- İş emaillerinden haberiniz yoktur artık – Acaba birileri başıma ufak ufak çorap mı örüyor ofiste?
- Aklınıza gelen bir “to-do” nasıl unutulmadan ajandaya yansıtılabilir ki? – Ya unutursam? hay Allah ya…
- Randevunuz olan insanları “whatsapp” olmadan nasıl dürteceksiniz ki? – En iyisi buluşma saatinden 5 dak önce orada olayım.
- Trafik durumunu kontrol edemeyeceğinize göre hangi güzergahı tercih edeceksiniz? – Bildiğim yoldan gideyim ben.
- …
Arada birkaç saat geçince tatlı bir huzur/dinginlik hali:
- Online olduğunuz son andaki duygu/düşünceler ufaktan rafine olmaya başlar. – Online olunca hemen şunu/bunu yapmak lazım.
- Bulunduğunuz çevredeki canlı/cansız faktörleri daha bir belirginleşir. – Ne kalabalık ve dinamik imiş etraf yahu.
- Gözlem yetisi ve fikirsel yaratacılık kıpırdanmaya başlar. – Aslında şuraya x dükkanı iyi gider sanki.
- Etrafınızdaki insanlar ile küçük dialoglara girme dürtüsü artmaya başlar. – Günaydın, nasıl sizin oğlanın dersleri?
- …
Beni bu yazıya motive eden, son yıllarda yaşadığım yukarıdaki “mini gel-git” anlarının belirginleşmesi ve de ZenHabits‘deki bu yazı: “My Month w/out a Smartphone”
Kaç saat/gün sürdürülebilir ve kayıpları neler olur bilinmez elbette. Ancak ben ilk birkaç saatini atlatınca bayağı “kafa dinlediğimi” hissettim.
Sizin deneyimleriniz nasıl peki?
Ben tersine bu cihazlarla kafamı dinliyorum
elbette her bireyin tolerans & algı düzeyi farklı. Keşke ben de senin gibi hissetsem Burak’cım 🙂