10/20/30 prensibine göre “sade” anlatsak derdimizi?

Sunumların ya da eğitim seanslarının daha başında odayı terk etmek mi istiyorsunuz?

Peki, karşınızdaki kişin konuşurken ”filmi ileri alır gibi hızlandırmak mümkün olsa keşke” diye aklınızdan geçiriyor musunuz?

Dijital çağın getirdiği içerik bolluğu ve etkileşim kaosu ile, artık şehir insanının bir konuya dikkatini vermesi ya da sürdürmesi nerede ise imkansız hale geldi. [ bkz. Beynimizdeki solucanlar  ve Yalınlaştırmak ]

Uzun vakit önce okuduğum ve kendimce uyguladığım bir sunum/anlatım prensibini sizlere önermek isterim.

10/20/30 prensibi:

Eğer yeni bir fikri veya karmaşık bir durumu insanlara izah etmekle yükümlü iseniz, anlatımınızın:  **Azami 10 sayfadan oluşması**20 dakikadan az sürede anlatılması**Görsellerin 30 puntodan küçük olmaması tavsiye ediliyor.

  • 10 sayfa:  Bir nevi hap gibi az & öz içerik hazırlayın.
  • 20 dakika: Kıt zamanı etkin kullanın ki hem dinleyicinin dikkati canlı kalsın hem de konuyu istişare etmeye vakit olsun.
  • 30 font: Görselleri yeterince büyük & sade tasarlayın ki şablon yormasın ve konunun özünü gölgede bırakmasın.

Bu prensibi sadece iş/okul hayatında sunum yaparken mı kullanmalıyız? Yoksa özel hayata da uyarlamak mümkün müdür acaba?

Elbette gündelik sohbetlerimizi robotik hale getirelim demiyorum ancak gerçekten anlatılması gereken bir yeni bir durum var ise bunu Yılmaz Özdil tarzında aktarmaya ne dersiniz?

Açıkcası, anlatımları bu kadar sade ve de yeterli kıvamda yapabilmek kolay iş değil. Konuyu etraflıca düşünüp/incelemeyi ve mevzunun püf noktalarına vakıf olmayı gerektiriyor.

Guy-Kawasaki-480x28010/20/30 prensibinin detayına göz atmak isterseniz: bkz. The 10/20/30 Rule of PowerPoint

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.