Türkiye’yi ele geçirmek zordur. Türkleri kolay kolay liderleri aleyhine ayartamazsınız. Ama bir kez Türkiye’yi ele geçirdiniz mi onu uzun süre elde tutabilirsiniz. Türkler, bağlılıklarını bu kez sizin otoritenize bağlılık şeklinde göstereceklerdir. –Machiavelli–
Siyaset/Din tartışmasına girmek bu blog’un radarı dışında. Amacım Beyaz Yakalı Şehir insanının “Liderlik” ve “Otorite” algısını ve buna dair yaşadığımız paradoksu tartışmaya açmak.
Plaza/Kurumsal hayatta, hele bir de global bir iş modeli içinde çalışıyor isek, “İdeal Lider” tanımı bizler için epeyi homojenize olmuş demektir:
- Mevzulara “Bilimsel” ya da “Sayısal Realite” ekseninde yaklaşan.
- IQ ile EQ (Duygusal Zeka) dengesi kurabilen
- “Delegasyon” ve “Usta-Çırak” modeline göre çalışan.
- “Lafla Dövüş Sanatı” ile “Salon İnsanı” çizgisini sentezleyen.
- “Bey/Hanım” diye hitabı bir kenara bırakmış.
- “Korku” bazlı değil de “Etki” ya da “Saygı” ile otorite kuran.
- …
Oysa ki toplum iradesinin onayladığı “Marka Lider” kimyası yukarıdaki tariften bayağı farklı.
Bakınız: Ülkemizin Başbakanı – Futbol Milli Takım Direktörü – Kanaat Önderleri … (Özellikle “Futbol” ve “Din” olgusu ile örneklendirdim. Zira toplumun büyük kısmının “Taraf” olduğu olgular bunlar.)
“İdeal Lider” ile “Marka Lider” paradoksu, beni yine Makyavelist (Machiavellianism) akımın manşet cümlesine sevk etti: “Amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmak uygundur”